BİZİ TAKİP EDİN
İSTANBUL, TURKEY
13 ŞUBAT 2008 / 13:54

Kuduzla Nasıl Mücadele Edilmez

kopuk.jpgKaynak: Birgün Gazetesi

Dünyada, 80'den fazla ülkede salgın olarak kabul edilen kuduz hastalığı nedeniyle her yıl yaklaşık 55 bin insan can veriyor. Ölüm listesinde başı Afrika ve Asya çekiyor. Gelişmiş ülkeler ise çok daha fazla yaban ve evcil hayvan varlıklarına sahip olmalarına rağmen yavaş yavaş bu hastalığı eradike ediyorlar ve böylece kuduzsuz ülkeler listesi uzuyor. Örneğin 10 sene evvel sadece ada ülkeleri kuduzsuz olarak kabul edilirken, bu gün uygun aşılama ve veteriner halk sağlığı hizmetleri sayesinde bazı gelişmiş ülkelerle birlikte komşumuz Yunanistan da kuduzsuz ülkeler listesine girmeyi başarmış durumdadır.

Dünya Sağlık Örgütü (WHO)'nın 2005 Yılı resmi rakamlarına göre, ülkemizde toplam 193 kuduz olgusu saptanmıştır. Bu rakamın 11'i yaban, 182'sini ise evcil hayvanlar oluştururken hiçbir insanda kuduz görülmemiştir. ( Bknz. TABLO)

Tablo:WHO Verilerine Göre 2005 Yılında Avrupa Ülkelerinde Kuduz Olguları:









































































































































































 ÜLKE TOPLAM YABAN  EVCİL İNSAN
RUSYA3087130617734
UKRAYNA211395911520
LİTVANYA165213123400
BEYAZ RUSYA5914421490
HIRVATİSTAN557525320
ROMANYA5303541760
ESTONYA266229370
TÜRKİYE193111820
POLONYA13898360
ALMANYA6341184
SIRBİSTAN504640
SLOVAKYA504640
BOSNA HERSEK363060
MACARİSTAN9720
BULGARİSTAN8440
FRANSA3300
SLOVENYA3300
HOLLANDA2200
ARNAVUTLUK2200
ÇEK CUMHURİYETİ1100
İSPANYA1010
İNGİLTERE1001
TOPLAM9830580639809

2005 yılında kuduz görülmeyen Avrupa ülkeleri: Portekiz, İsviçre, İsveç, Norveç, Lüksemburg, İtalya, İrlanda,İzlanda, Yunanistan, Belçika, Finlandiya

- Ülkemizde kuduz vaka sayısı bu kadar azken neden aşılara büyük paralar harcanıyor?

- WHO rakamlarına göre, dünyada kuduz görülen ülkeler listesindeki yerimiz üst sıralarda değildir. Ancak, aşı tüketimine göz attığımızda yerimizin üstlerde olduğunu görüyoruz. Bu orantısızlık ister istemez şu soruyu akla getiriyor: Acaba bizlere çoğu kez gereksiz yere mi aşı yaptırılıyor? Elbette, aşının önemini ve gerekliliğini yadsıyacak değiliz, ancak halkımızın panik içersinde ve gereksiz yere aşıya koşuyor olmasını da doğru bulmuyoruz. Her yıl binlerce insan aşı olmak için sağlık merkezlerine başvuruyor. Rakamlarla ifade edersek, yılda ortalama 100 bin civarındaki "ısırık vakası" kuduz şüpheli olarak kabul edilerek aşı uygulanıyor. 2005 yılında ise bu rakam 150 bine ulaşmıştır. Böylece "ithal aşının" ülkemize olan maliyeti trilyonlara ulaşıyor. Bu maliyet için kimi birkaç trilyon diyor, kimi ise 10 trilyondan fazla diyor. Ancak, rakam ne olursa olsun ciddi ekonomik kayıplara uğradığımız ve aşı firmalarına kazandırdığımız su götürmez bir gerçektir. "Rüyanda bile ısırılsan hemen aşıya koşacaksın" diyen bir toplumda insanları panik halde aşıya sevk etmek hiç de zor değildir. Böylece sahibinin gözetimi olmaksızın evden dışarı çıkmayan, dolayısıyla kuduz bir hayvanla teması olmayan, aşılı köpekleri tarafından bir şekilde ısırılıp aşıya koşanların sayısı az değildir. O halde, bu rakamları düşürmede en önemli adım koruyucu veteriner hizmetlerindeki kalitenin artırılması ve gereksiz panikleri önlemek için söz konusu hastalığın halkımız tarafından iyice tanınmasıdır.

- Neden kuduzla başa çıkamıyoruz?

- Ülkemizde kuduzla mücadele ilk defa insan aşısı uygulamaya başladığımız yıl olan 1887' den bu yana devam ediliyor ( Bilindiği gibi dünyada kuduz aşısı ilk defa 1885 yılında Pasteur tarafından üretilmiştir. 1886 yılında, II.Abdülhamit tarafından Dr. Zoeros Paşa başkanlığında veteriner cerrahi hocası olan Baytar Yarbay Hüseyin Hüsnü Bey ve zooloji hocası olan Yarbay Hüseyin Remzi Bey'den oluşan ekip, bu aşıyı ülkemize kazandırmak üzere Fransa'ya gönderilmiştir. Ekip uzun süre Paris'te çalışmalarını sürdürmüş ve 1886 yılı sonunda ülkeye dönerek aşı üretimi için faaliyetlerine başlamış ve nihayet 1887 yılında kuduz aşısı -dünyanın birçok ülkesinden daha önce- ülkemizde üretilmeye başlanmıştır ).

Peki 120 yıl önce kuduz konusunda bir hayli ileri durumda olan ülkemizde neden hala bu hastalığın üstesinden gelinememektedir? Bu konuda hemen, en kolaycı ve en sığ yanıt olarak "sokak köpeklerin yok edilmediği için" diyenler vardır. İlk önce bu iddiayı irdeleyelim ve daha sonra gerçek nedenlerden bahsedelim.

- Kuduzun suçlusu, sorumlusu başıboş köpekler midir?

- Sokak hayvanları veya kırsal bölgelerdeki sahipli köpekler genellikle kudurarak şehre inen ve kuduz yayılmasında esas sorumluluğu olan "tilki" gibi yabani hayvanlarla ilk karşılaşan hayvanlardır. Bu köpekler bölgelerini, sürü hayvanlarını ve insanları koruma güdüsüyle bu hayvanlara saldırınca ısırılarak kuduz virüsünü alırlar. Böylelikle kuduzun insanlara taşınmasına aracılık ederler.

Aslına bakarsanız kuduzun suçlusu, yaban hayvanlarından koruyamadığımız sokak hayvanları değil mevcut sistemdir. Bu hastalığı kentlere taşıyan yaban hayvanlarını ve yaban hayvanlarındaki kuduzu engellemek için hemen hemen hiçbir çaba sarf etmeyen idarelerdir. Yaban hayvanlarında kuduz engellenirse, bulaşma zinciri daha başından kopar ve kuduz virüsü köpeklere de insanlara da ulaşmaz. Yakın bir tarihe kadar gelişmiş ülkelerde kol gezen yaban hayvanı kuduzu yine bu ülkelerde yapılan çalışmalar sayesinde neredeyse yok edilmiştir. O halde, işin özü yaban kuduzunun engellenmesinde yatmaktadır.

2005 yılında ülkemizdeki yaban hayvan kuduz sayısı 11 olarak bildirilmiştir. Bu rakamı gerçekçi bulmuyor ve daha yüksek olduğunu tahmin ediyorum. Bırakın ülkemizde kuduz hayvan sayısını doğru olarak saptamayı, yaban hayvan sayısının dahi doğru olarak sayıldığı şüphe götürmektedir. Kuduzla mücadeleden sorumlu olanlar bir araya geldiğinde çözüm için önerilenlerin başında hayvanların itlafı gelir. Yanlış da değildir. Tabi ki, sokaktakileri yok etmek yetmez, yabandakileri de yok etmemiz gerekir. Böylece kuduz bir süreliğine olsun engellenmiş olabilir de... Ama kara sınırları bu kadar uzun olan bir ülkeye civar ülkelerden giren hayvanlara engel olamayacağımız gibi, yüksek duvarlarla çevrili olmayan şehirlerimize de kırsal bölgeden hayvan girişine engel olunamaz. Anlayacağınız bu yöntemle kuduzun kökü kazılamaz. Sahipsiz hayvanlar için yapılması gereken şey tamamının kayıt altına alınıp aşılanması ve kısırlaştırılarak üremelerinin kontrol altına alınmasıdır.

Avrupa ülkelerinde 1989 yılından beri 90 milyondan daha fazla aşı paletlerinin geniş alanlara dağıtılması suretiyle "yaban hayvan kuduzu"nda çok önemli gerilemeler sağlanmıştır. Kanada, Amerika, Brezilya, Güney Kore gibi yüksek sayıda köpek kuduzu bildirilen ülkelerde de yaban hayvanlarına yönelik çalışmalar sayesinde köpek kuduzunda çok bariz azalma izlenmektedir.

Yayınladığımız tabloya göz attığımızda, sokaklarında sahipsiz köpeklere rastlayabildiğimiz, anacak koruyucu veteriner hekim hizmetlerinde kalitenin yüksek olduğu İtalya, Yunanistan gibi Akdeniz ülkelerinde 2005 yılında hiçbir köpekte kuduz vakasına rastlanılmamıştır. O halde, kuduz nedeniyle suçun sahipsiz köpeklerde değil, yaban kuduzuyla mücadele edemeyen, köpeklerin kontrolsüz çoğalmasını engellemeyen, mevcutları kayıt altına alamayan ve dolayısıyla bu köpeklerin aşılanmasını beceremeyen ve bu konuda yetkili merci olan belediye veteriner işleri müdürlüklerini lav eden, bulaşıcı hastalıklarla mücadeleyi tarımcıların eline bırakan, koruyucu veteriner hekim hizmetlerini uygulatmayan sistemde aranması daha doğru değil midir?

Kaynaklar tekelci aşı firmalarına akıyor   

- Dünya Sağlık Örgütü (WHO) de mi "militan" hayvan korumacı?

Dünya Sağlık Teşkilatı'(WHO)nın itlaf ve çözüm konusundaki önerilerine göz atalım:

» Köpeklerde kitlesel aşılama kampanyaları (hem ağız yoluyla hem de enjeksiyonla)

» Köpek popülasyonunun idaresi ve köpek hareketlerinin kontrolü, kısırlaştırmayla bu popülasyonunun dengeli olarak azaltılması,

» Halk sağlığı eğitim stratejileri,

» Ağızdan aşılamalarla yaban kuduzunun kontrolü,

WHO'ya göre; "Köpekleri yok etmenin kuduz kontrolünde tek başına herhangi bir etkisi olmadığı gibi, köpek popülasyonunu azalttığına dair de hiç bir delil yoktur. Popülasyondaki köpek sayısı azaltıldığında, doğum ve yaşama kabiliyeti artacağı için eksilen köpeklerin yeri kısa sürede doldurulur. "Köpek kuduzu"nun kontrolünde kitlesel aşılama kampanyaları en etkili yöntemdir. Yüzde 70 veya daha yüksek oranda aşılamayla birlikte, iyi düzenlenmiş eğitim kampanyaları, sektörler arası işbirliği ve toplumunda katkısıyla kapsamlı stratejiler oluşturulabilir. Kuduz kontrol faaliyetleri diğer halk sağlığı çalışmalarıyla (örneğin verem aşılamaları) birlikte yürütülürse insan, materyal ve finans kaynakları daha akılcı kullanılabilir".

Ülkemizde, WHO önerilerinin hangisi layıkıyla uygulanmış da başarı sağlanamamıştır? Ya da soruyu şöyle sorarsak: Bunları hangi veteriner teşkilatı ve kadrosuyla uygulayabilirdik? Tarımın gölgesinde kalmış teşkilat yapısıyla, mühendisler tarafından yönetilen tarım müdürlüklerinde çalışan birkaç veteriner hekimle mi?

Bunları anlatan veteriner hekimler meslek şovenizmiyle suçlandılar. Kendi sorumluluklarını görmezden gelerek, kendi beceriksizliklerini gizleyebilmek için suçu kolayca sokak köpeklerinin üzerine atanların karşılarına ise hayvan korumacılar ve hayvan hakları savunucuları dikildi. Bu kez de hayvan korumacılar ‘militanlıkla', ‘fanatizmle' suçlandı. Ama kendilerinde hiçbir suç bulmadılar... Yoksa, itlafa karşı çıkan, bu işi veteriner hekimlerin sorumluluğuna verip koruyucu hekimliği savunan WHO'da mı "meslek şovenisti", yoksa onlarda mı ‘militan' hayvan korumacı?!.. Bu konuda veteriner hekimlerle "hayvan korumacıların" iş birliği yapmasının gerekli olduğu ne kadar açık değil mi?

KUDUZLA BAŞA ÇIKAMAYIŞIMIZIN DİĞER NEDENLERİ

Kuduz hastalığıyla başa çıkamayışımızın nedenleri arasında, coğrafi durumumuz ve sınırlarımızda hayvan hareketlerinin engellenememesi, "sahipsiz hayvanların üremelerinin kontrol altına" alınması, kayıt ve aşılanmasındaki eksiklikler" ve "yaban kuduzuyla mücadeledeki zafiyetlerden" bahsettik. Şimdi, iki önemli nedenden daha bahsedeceğiz.

Bunlardan birincisi özellikle kırsal yörelerdeki halkımızın kültürel durumu ve bu hastalığı iyi tanımıyor oluşudur. "Güneş altında fazla kalan" veya "çiğ et yiyen köpek kudurur" gibi hurafelere inananlar, sağlıklı köpeklerin bile kuduz taşıyıcısı olduklarını sananlar vardır. Bu ve benzeri hurafeler halkımızın köpeklerden korkmasına ve bu mükemmel sevgiden mahrum kalmasına neden olmuştur.

Halkın bilgisizliği dışında, kuduzla mücadelede yetersizliğin en önemli ikinci nedeni, Tarım Bakanlığı ve belediyelerdeki hatalı yapılanmadır. Bu konuyu biraz daha açmamız gerekiyor. Şu an ülkemizde kuduz ve benzeri hastalıklarla mücadeleye uygun kurumsal bir yapılandırma yoktur. Bilindiği gibi bu tür hastalıklar hayvanlardan insanlara bulaşır ve dolayısıyla hayvanlarda engellendiği takdirde bulaşma zinciri kırılmış olur. O halde, bu iş veteriner hekimlerin görevidir. Ülkemizde il bazında kuduz gibi bulaşıcı hastalıklarla mücadele tarım müdürlüklerinin görevidir. Peki Tarım il müdürlüklerini veteriner hekimler mi yönetir? Birkaç istisna dışında hayır! O halde, hastalıklarla mücadeleyi tarıma emanet etmiş bir ülkede bu hastalıkların engellenememesine fazla şaşmamak gerekir.

Tarım Bakanlığı ve il teşkilatları hem tarım ve hayvancılık, hem de hayvan hastalıklarının engellenmesi konularında görev yapar. İl müdürü veteriner hekim olduğu takdirde tarımdan ne kadar anlarsa, ziraat mühendisi müdür olduğunda hayvan hastalıklarından o kadar anlar. Böylece bu ülkede ne ziraat doğru dürüst yapılır ne de hayvan hastalıklarıyla mücadele edilebilir. Yapılması gereken bu iki konunun birbirinden ayrılması ve tarım bakanlığı çatısı altında da olsa "veteriner işlerinin" ayrı şekilde yapılandırılmasıdır. Şu an, AB ülkelerindeki yapı da bu şekildedir. AB'ye girene kadar da bu yapının değişmesi uzak gibi görünmektedir.

Ülkemizde kuduzla mücadeleden sorumlu olan Tarım Bakanlığı bünyesinde sadece 2 bin veteriner hekim çalışmaktadır. Geniş bir yüzölçümüne ve zengin bir hayvan varlığına sahip olan, 80 milyon insanın yaşadığı, sınırların kontrol bile edilemediği ve böylece hastalıkların kol gezdiği bu ülkede olması gereken memur veteriner hekim sayısı en az 10 bin'dir. Bırakın olması gerekeni, şu andaki mevcut sayı, mevcut norm kadronun dahi çok altındadır. Örneğin, 40 kadronun olduğu bir ilimizde sadece 4 veteriner hekim çalışmaktadır. Hem de ne şartlarda! Bir çok haktan mahrum durumda, çok kötü çalışma koşullarında ve gerçekten olağanüstü fedakarlıklarla çalışmaktadır. Bunca fedakarlığa rağmen, bulaşıcı hastalıklarla mücadelede araç, gereç vb. yoksunluğunun üzerine bir de motivasyon eksikliği eklenince verimli bir çalışma ortamının oluşması hayalden öteye gidemez.

KUDUZLA MÜCADELE BÖYLE Mİ OLUR?

1985'ten bu yana hastalıklarla mücadelenin kalelerinden olan "Veteriner Araştırma Enstitüleri" bir bir kapatılıyor; uzmanlık müessesi rafa kaldırılmış durumda; veteriner hekimler kayıt, evrak işlerinden başlarını kaldırıp esas görevlerini yapamıyorlar . Şu an üç önemli enstitümüzün daha kapatılmak üzereyken kuş gribi nedeniyle kapanmalarının ertelendiği söylentisini duyuyoruz. Hatta, yakında laboratuar olamaması nedeniyle kuş gribi teşhisi için uzak laboratuarlara gönderilen kanatlı numunelerinden önemli bir bölümünün yollarda bozulduğu ve gerekli tetkiklerin yapılamadığı söyleniyor. Umarım bu olaylar enstitülerimizin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha göstermiştir. Sadece enstitüler kapatılmıyor, aynı zamanda çeşitli bulaşıcı hastalıklara karşı aşı üretimleri durduruluyor ve bu aşılar ancak dışarıdan ithal yoluyla temin ediliyor. Yani trilyonlarla ifade edilen parasal kaynaklar "tekelci aşı firmalarına" aktarılıyor. Yeni çıkan bir yasayla belediyelerde veteriner hekim istihdamı ve veteriner işleri müdürlüklerinin olup olmaması belediye başkanlıklarının inisiyatifine bırakılıyor. Ve yasa çıkar çıkmaz Türkiye'deki belediyelerin neredeyse üçte ikisi veteriner hekim kadrolarını iptal ediyor. Çünkü belediyelerin gündeminde ‘hayvan hastalıklarıyla mücadele' diye bir şey yok...

Veteriner kadrolarını kaldıran bu kurumlar itlâf ekiplerini kaldırmıyorlar. Sesi soluğu çıkmayan hayvanları itlâf ederek bir şeyler yaptıklarını gösteriyor ve günü kurtarıyorlar. Belediyelerin, itlafların çözüm olup olmayacağını, bu işlemi takiben köpek popülasyonunun daha da artıp artmayacağını sorgulamak gibi dertleri bulunmuyor. Kısacası hatalı yapılanma nedeniyle WHO (Dünya Sağlık Örgütü)'nun önerilerini (yukarıda değinmiştik) göz önüne alan bilinçli stratejiler oluşturulamıyor.

» Hastalıklarla mücadelede kaynaklar doğru yerde kullanılıyor mu?
- Kuduzla mücadelede yukarda saydığımız nedenlerden dolayı yeterli sayıda veteriner hekim yok, motivasyon yok, yaban hayatında kuduza yönelik bir çalışma yok, şehirdeki sahipsiz köpeklerin kayıt altına alınıp aşılanması ve kısırlaşmasına ilişkin çalışmalar yetersiz. Kuduzla mücadele için ciddiyetiyle uygulanan bir plan ve program göremiyoruz. Bu nedenlerden ötürü, hastalıkla mücadele için ayrılan paranın yetersizliği değil, ‘paranın yönetiminde' sorunlar olduğunu söyleyebiliriz.
Bir belediyede çalışan meslektaşımız beni arayıp belediyeye sokak hayvanları ve barınak giderleri için ayrılan bütçenin -kolaylıkla temin edilen sahte faturalarla- barınak için harcanmış gibi gösterildiğini ama aslında bu amaçla kullanılmadığını ve nereye aktığını, kimin cebine girdiğini bilmediğini söylüyor. Ayrıca aşılayıp kısırlaştırdıkları köpeklerin birkaç gün sonra ‘itlaf ekipleri' tarafından zehirlendiklerini ağlayarak anlatıyor. "Kısırlaştır, aşılat sonra da itlaf et (öldür)". Kaynakların nasıl israf edildiğini görüyor musunuz?

Daha külliyetli miktarların ‘insan aşıları' için harcandığını hepimiz biliyoruz. Yani trilyonlarla ifade edilen parasal kaynaklar ‘tekelci aşı firmalarına' aktarılıyor.
Mevcut kaynakların israfı bir yana, ‘kuduz polemiklerinin' bu ülkeye faturası gerçekten çok ağır olabiliyor. Bazen öylesine bir kuduz salgını tablosu çiziliyor ki, turistler bile rezervasyonlarını iptal ettiriyorlar. Bunların getirdiği ekonomik kayıpları hesaplamak dahi mümkün olmuyor.
Ondan sonra, "Vergilerimin sokak köpeklerine harcanmasını istemiyorum" diyen köşe yazarları ortaya çıkıyor. Ne yazık ki, vergilerimiz sokak köpeklerine değil, rantiyelere ve tekelci aşı firmalarına akıyor.

» Kuduzun engellenememesi kimlerin işine yarıyor?
- Gazetelerdeki doğru ya da yanlış kuduz haberleri (zamanında bazı gazetelerde basit ısırma hadiselerinin bile kuduz paniği başlığı altında duyurulduğuna tanık olduk), ‘sokakta yaşayan hayvanlardan' kurtulmak isteyen bazı belediyelerimizi muhtemelen gayet memnun ediyor. Yine bazı belediyeler kuduzla mücadele adı altında ekipler ve göstermelik barınaklar kuruyorlar ve bu amaç için ayrılan bütçeyi, yukarda değindiğimiz gibi belki başka yerlerde kullanıyorlar belki de özel şahıslara ihale edip bazı yolsuzluklara kılıf hazırlıyorlar.
İnsanlara yapılan aşı ülkemizde üretilmiyor, dolayısıyla mevcut para kaynakları sorunu çözmek için kullanılmıyor, ithalatçı firmalara akıtılıyor. Zaman zaman da kuduz söylentileri çıkıp aşı tüketimi artınca ithalatçı firmaların kasaları doluyor.

» Okuyucuların sık sorduğu bir soruyu yanıtlayalım: ‘Her yıl harcanan bu kadar parayla ülkemizde aşı üretilemez mi?'
- Aşı üretimi gerçekten zor ve masraflıdır. Devlet bu konuyu özel sektöre bırakma taraftarı bir politika izliyor. Aşı firmaları ise; daha karlı ve zahmetsiz bir yol olan ithalatı seçiyor. Devlet ise; hangi hastalık için olursa olsun ilaç ve aşıda dışa bağımlılığın ciddi bir stratejik hata olduğunu bile bile buna göz yumuyor. Görünen o ki, aşılara harcanan trilyonlarla ülkemizde aşı üretilebilir ancak, bu üretim ithal aşı kadar zahmetsiz ve karlı olmadığı için özel sektör bu yolu tercih etmez. Devlet kendisi yapmasa bile, bu konuda özel sektöre destek olmalı ve aşı üretiminin ülkemizde yapılması sağlanmalıdır.
ETİKETLER : Güncel kuduz veteriner