BİZİ TAKİP EDİN
İSTANBUL, TURKEY
01 MAYIS 2010 / 23:24

İNSANIN KENDİNDEN OLMAYANA ACIMISIZLIĞI

Sizlere, şu sıralar yeni bitirdiğim beni gerçekten etkileyen bir kitaptan bahsetmek istiyorum.

Kitapta şöyle yazıyor; “…Bu konularda sağlık müsteşarına, yazılar yazmaya, telefonlar etmeye başladım. Ne yazılarıma yanıt alabildim ne de telefon görüşmeleri bir işe yaradı. Onlar için bir şeyler yapılabilmesi, ancak toplumda farkındalık yaratabildiğim takdirde mümkün olacaktı. Yoksa her şey eski hamam eski tas devam edecekti…”

“…Bir keresinde Emniyet ile yaptığımız bir toplantıda, bir resmi görevli ‘Hocam’ demişti, ‘bunlar toplumun yüz karası. Hepsinin halktan uzakta, ormanda yaşaması lazım! Ne yaparlarsa yapsınlar, defolup gitsinler…”

Ben bir hayvan korumacı olarak bu kitabı okurken, sanki kitaptaki bu cümleleri ben yazmışım gibi hissettim. İnsanların takındıkları tutum ve davranışlar da bugün hayvanlara karşı takınılan tutum ile aynı.

Birbirinden farklı iki konu arasında bu kadar benzerlik olması, hayret verici ancak insan doğasının özüne inildiğinde, şaşırmamak gerekiyor.

İnsanoğlu, kendine benzemeyen hiçbir canlıya karşı acıma duygusu ve sorumluluk duygusu hissetmiyor.

Okuduğum kitap; Ayşe Kulin’in, “ Türkan – Tek ve Tek Başına” isimli kitabıydı. Ve kitapta verildiği anlatılan mücadele; lepra hastaları için yani cüzamlılar içindi. Kitaptan alıntı yaptığım ikinci paragraf da eşcinselleri hedef alarak söylenmiş.

Kitaptan size aktarmak istediğim çarpıcı başka bir paragraf daha var;

“…O günlerde sokaklarda dilenen cüzamlılar vardı. Zabıta, bunları toplar, dilenciler kampına götürür sonra da il dışına bırakırdı ama hepsi hemen geri dönerdi. Biz onları tek tek topluyor, kayıt altına alıyor, tedavilerini yapıyor…

” Yine şaşırtıcı bir benzerlik daha. Görüldüğü üzere, bugün Belediyelerin, mahallelerden aşılayıp, kısırlaştırmak üzere topladığı hayvanları, yasaya uygun olarak kendi mahallelerine bırakması gerekirken şehir merkezlerinden çok uzaklara ormanlara atması, orijinal ya da yeni bulunmuş bir fikir değil.

Kitabı okudukça şunu gördüm; bu ülkede sadece dört ayaklı canlılar için değil, bir kısım iki ayaklı canlılar için de mücadele kolay olmamış.

İnsan, kendine benzemeyen, kendinden olmayan canlıya, uzak duruyor, onun etrafına sınırlarını çiziyor ve kendinden olabildiğince uzakta olmasını arzu ettiği gibi ona karşı da hiçbir toplumsal mesuliyet duymuyor.

Bugün, etrafta varlığına tahammül edemediği, ormanlara atılmasını uygun gördüğü köpeklere nasıl davranıyorsa, o günlerde de (1970’lerde) kendinden farklı gördüğü ve kendi için tehlikeli olduğuna inandığı lepra hastalarına öyle davranıyordu.

Türkan hoca, bu hastalığın tedavi edilebilir olduğunu ve çok kolay bulaşmadığını anlatmak için büyük mücadele verdi, dernekler kurdu, hastanelere farklı bir bakış açısı ve sistem getirdi.

Burada kimsenin alınmasını, beni yanlış anlamasını istemem. Cüzamlıları, hayvanla aynı kefeye koymuyorum. Ama sonuç ortada: İnsanoğlu, kendinden farklı olan hiçbir canlıya toleransla yaklaşmıyor. Onu kendinden uzak tutup yabancılaştırıyor.

Her zaman inanarak söylüyorum; canlılar bir aradayken bir zincir oluştururlar. En alt canlı zincir halkasını hayvanlar oluşturur, sonra diğerleri gelir; özürlüler, yaşlılar, eşcinseller, hastalar, çocuklar, kadınlar ve erkekler. Bu her bir ayrı canlı halkası, bir aradayken bir zinciri oluşturur, bu halkalardan birine zarar gelmesi, canlı zincirini bozar ve sonuçta bundan her bir halkanın zarar görmesine neden olur. 

Doğruyu söylemek gerekirse; Bu kitabı okumak; bana ve ruhuma çok iyi geldi. Bana ara ara kaybettiğim umudumun yeniden doğmasına yardımcı oldu. Yılıp tükendiğimi hissettiğim anlar için yeniden mücadele gücü verdi.

Yılmadan, inanarak sonuna kadar devam edildiğinde, vazgeçmeden ısrarla ve istikrarla üzerine gidildiğinde, başarıya ulaşılıyor, mücadelelerde.

Birbirimizin varlığından haberimiz olmayabilir ama inanın biz hayvan sever ve hayvan korumacılarının sayısı, tahmin ettiğinizden çok daha fazla. Tek yapılması gereken, çekinmeden, korkmadan ve haklarımızın ne olduğunu bilerek mücadeleye devam etmek.

Ben de tüm kalbimle, bir 20 yıl sonra, “o zamanlar hayvanlara böyle yaparlardı” diye anlatabileceğimiz bir gelişim süreci yaşamış olmayı ümit ve temenni ediyorum.

Av. DENİZ TAVŞANCIL KALAFATOĞLU


İSTANBUL BAROSU


HAYVAN HAKLARI KOMİSYONU


Bşk. Yrd.


Sunu1