BİZİ TAKİP EDİN
İSTANBUL, TURKEY
24 KASIM 2010 / 23:24

uyusam uyanmasam…

Uyusam Uyanmasam..
 
     Uyku bütün yaraları bir tül hafifliğiyle sarmaz mı? Uyurken unutulur dertler, sıkıntılar, kaygılar. Ben de uyusam, unutsam ülkemin bana tasa olan sorunlarını. Duymasam talan edilen ormanları, hiç acımadan kesilen asırlık ağaçları, zenginlerin zevksiz villalarına, üç beş yabancı turistin dövizleri karşılığında golf sahalarına peşkeş çekilen, katledilen güzelim vatan topraklarının acılı çığlığını.
     Uyusam, hiç uyanmasam bir daha, adına kurban denilen bayramda kızıl kana boyanan dereleri, mezbahaları, acemi kasapların kör bıçaklarının altında dakikalarca can çekişen zavallıları unutsam. Babalarının kucaklarında, körpecik beyinlerde şok yaratan görüntüleriyle kesim izletilen o masum çocukları unutsam. Bu masumların büyüdüklerinde o kedinin kafasını ayaklarının altında ezen genç olabileceğini, adam boğazları kesen, çocuklara tecavüz edip öldüren, üç kuruş için anasını bacısını doğrayan psikopat katillerden birisi olabileceğini unutsam.
     Belediye barınaklarında imkansızlıklar yüzünden can veren kedileri, köpekleri, “olanaklarımız bu kadar” diye üç beş kuruşu hayvanlara çok gören, oy avcısı yerel yönetim kadrolarını, “yakaladığınız köpeklerin yarısını yolda halledip gelin” diye emir veren belediye sorumlularını unutsam bir daha hiç hatırlamamacasına.
     Üç kuruşluk emekli aylıklarıyla canları doyurmaya, beslemeye, yaralarını sardırmaya çabalayan can dostlarının, yürekleri kara bağlamış insan kılığındakilerce nasıl incitilip üzüldüklerini unutsam.
     Hamile anne köpeğin karnı yarılıp, içindeki bebeklerinin dışarıya atıldığı o parkı hiç hatırlamasam. İstanbul’un göbeğinde, belediyenin aşılarını kontröllerini yaptığı, kimselere zararı dokunmayan, demir çubuklarla dövülüp, öldürülen kangal köpeği unutsam.
     Üzerlerine haşlak yağlar dökülen, hıdırellez şenliklerinde ateşe atılıp yakılan kedicikleri unutsam.
     Araçların altında kalan, saatlerce yol kenarında can çekişen, sakat, kör, hastalıklı kalan masum canları anımsamasam.
     Ölümlerine üç beş yıl kalmış kedilerini, köpeklerini sokaklara terk eden insafsızları, onları deli divaneler gibi, önlerinden her geçenin yüzüne bakarak arayan güzel gözleri unutsam.
     Barınaklara terk edilmiş, kafeslerinde vefasızlığa dayanamayıp ölüm orucuna yatan, karman çorman tüylü küçük terrierleri hiç düşünmesem.
    Can alıcılığa soyunup belediyeye yaptıramadıklarını, zehir tutan elleriyle köpeklere, kedilere yapan, onların iç organlarının parçalana parçalana ölmesine neden olan duyarsızları artık anımsamasam.
   Kısırlaştırma parasına göz dikip, narkozun etkisinde, kendinde olmayan zavallı köpekleri o halde dağa, bayıra, ormana bırakan belediyelerin taşeron firmalarını, bir daha anımsamamak üzere unutsam.
     Aç gözlü, haris, “hepsi bana hep bana” diyen kendi cinsimin hayvancıklara yaptığı mezalimi unutsam.  Gösteri havuzlarındaki zavallı yunuslara iki üç kokuşmuş balık uğruna nasıl şaklabanlık yaptırıldığını, elleri silahlı adamların kırda bayırda adlarını “av hayvanı”na çıkarttıkları o güzelim kuşları, geyikleri, tavşanları, daha pek çok yaban hayvanı nasıl acımasızca katlettiklerini unutsam.
     “Bize okulda önce insan hayatı öğretildi, siz insanlar için ne yaptınız?”  diye beni sorguya çekmeye kalkan veterineri, “sokak köpeklerinin çözümü Avrupa, Amerika’daki gibi toplu itlaf sonrasında cinsleri korumaktır” diyen veterinerleri unutsam.
     Durup durup rahmetli babamın evdeki hayvan sayısı katlanarak arttığındaki “kızım dünyadaki bütün hayvanları sen kurtaramazsın” sözünü hatırlamasam.
     Öyle bir uzun uykuya dalsam da, bütün bu ruhuma dayanılmaz acılar veren dertleri, çözümsüzlükleri unutsam.
     Ve artık ben ezilenden, sömürülenden, haklıdan yana olmanın  yenilgesinin dayanılmaz ağırlığının altında ezim ezim ezilmesem.
Ece Bilgin
23/11/2010