BİZİ TAKİP EDİN
İSTANBUL, TURKEY
02 ARALIK 2007 / 12:46

Tavşanların Ruhuna El-Fatiha

"Hayvanat üzerinde ve tecrübe mahiyetinde yapılan ameliyeler (işlemler), zavallı hayvanlar için öyle bir ıstırap oluyor ki, bunları tüyleri ürpermeden görebilmek mümkün değildir. Mesela, baytar mekteplerinde haftada bir defa ameliyat ekzersizi yapılır. Ayakta hayvan üzerinde otuz kadar talebe üçer beşer ameliyat yaparlar.

Zaten işe yaramadığı için ucuz bir fiatle satın alınan ve işe başlamazdan evvel inleyen bu hayvanın vurulan her bıçak darbesi ile ne hale geldiği tasavvur edilsin..."

Yıl 1932... Yukarıda okuduğunuz satırlar İstanbul Himayei Hayvanat Cemiyeti'nin "Hayvanları Nasıl Koruyabiliriz?" başlıklı broşürlerinin hayvan deneyleri ile ilgili olan kısmından alınmıştır. Cemiyet, hayvan deneylerinin, hayvanlar uyuşturulduktan sonra yapılmasını talep etmektedir.

"Köpekleri röntgen ışınlarına tutan bilim adamlarının raporlarını okudum..." sözleriyle başlıyor Derrick Jensen, "Kelimelerden Eski Dil" adlı kitabında bir hayvan deneyini anlattığı paragrafa... Günümüzde gerçekleşen bu deneyin, tüm detaylarını anlattığı paragrafın içindeki her cümle içimize işlerken, bir yerinde artık pes ediyorsunuz: "...Bunlara elektroşoklar uygulanmıştı. Tüm bunlara karşın hayatta kalmayı başaranlar ise, cezalandırma tahtalarında başları dimdik yukarıda olacak biçimde tutularak bedenlerine ince kösele şeritler bağlanmak suretiyle kımıldayamaz hale getirilmiş ve daha fazla elektrik şoku verilmişti. Çoğu bundan kurtulamamıştı. Bir tanesi, kendisini koşum takımının içinde boğarak öldürmeyi başarmıştı..."

Bugün batılı ülkelerde, "gelişmişliğin" verdiği umursamazlık ve bencillik nedeniyle, sayıları milyonları bulan hayvan - örneğin her yıl Amerika'da 18 - 22 milyon hayvan - bu deneylerde hunharca katlediliyor.

Bir köpeği ya da minik bir fareyi, kösele kayışla veya koli bandıyla bir tahtaya yapıştırıp, bu canlılar üzerinde fütursuzca deney yapabilmek... Nasıl olabiliyor?..

Bir deney laboratuarında görevli bir veteriner bana "siz hekim gibi düşünemiyorsunuz" demişti. Hak vermiştim kendisine... "Evet, kesinlikle ben bir hekim gibi düşünemiyorum" demiştim...

Peki, nasıl düşünür bu hekimler? Tabii bu sorumuz hayvan deneylerini savunan ve hayvanlar üzerinde deney yapan hekimler için geçerlidir...

Zoolog ve filozof Neil Evernden, 19. yüzyılda, hayvanlar üzerinde deney yapan hekimlerin bir uygulamasını anlatıyor: "19. yüzyıl boyunca birçok cerrah, bir hayvan üzerinde operasyon yapmadan önce alışılmış bir biçimde ses tellerini kestiler. Bunu, deney sırasında hayvanlar çığlık atmasın diye yaptılar. Deneyi yapanlar ses tellerini keserek aynı zamanda gerçeği yadsıdılar. Hayvanların çığlığı onlara zaten bildikleri bir şeyi, karşılarındaki yaratığın bilinçli ve hisseden (operasyon sırasında eziyet edilmiş) bir canlı varlık olduğunu anlatacaktı..."

Günümüzdeyse anestezik uygulamalarla hayvanlar sessizleştiriliyor ve bu gerçeğin yadsınması daha da kolaylaşıyor.

Sanırız, "siz bir hekim gibi düşünemiyorsunuz" diyen ve hayvanlar üzerinde yapılan deneyleri savunan veteriner de aynı şeyi kastetmeye çalışmıştı.

Bizler, çevremizdeki yaşamı sadece kulaklarımızla dinleyip, gözlerimizle görmüyoruz. Bilim, henüz bizim hislerimizi köreltmeyi başaramadı. Hislerimizle duyuyor, hislerimizle görebiliyoruz. O nedenle bizler, deneyci hekimler gibi düşünemiyoruz; gerçekleri yadsıyamıyoruz...

Şimdi bu sözleri naif bulanlar veya romantik bulanlar çıkabilir; ama unutmamalıyız ki, yüzbinlerce yıl boyunca türümüz bu naif duygularla yaşadılar ve bu duygular sayesinde doğayla bütünleşik kalıp, nesillerini sağlıklı bir şekilde devam ettirebildiler.

Oysa son beş bin yılda başlayan kopma, özellikle sanayi devrimi adını verdiğimiz bir hezeyanla güçlenmiş, son iki yüz yıl içinde de bizi bugünkü kaçınılmaz sona ulaştırmıştır.

Gazi Üniversitesi Deneysel Araştırmalar Merkezi Müdiresi Engin Hanımla yaptığımız sohbetin sonunda - kendisi botox ile ilgili tavşanlar üzerinde deneyler yapıyor - "biz de tavşanlar için Fatiha okuyoruz" gibi bir espri yapmıştı.

İşte bu espri, bugün geldiğimiz son noktadır. Doğayla aramızda açtığımız uçurumun ve gerçeğin ses tellerinin kesilmesi veya anestezi yardımıyla yadsınmasının son noktasındayız.

Gazi Üniversitesi Deneysel Araştırmalar Merkezi'nde bir sakrifikasyon (kesim) anı... Çelik bir masanın üstünde kanlar içinde yatan büyük bir beyaz tavşan... Karnı deşilmiş... Bir öğretici, tavşanın içindeki organları sanki çantasının içinde bi'şeyler arıyormuş gibi dışarı çıkarıp çıkarıp kavanozlara koyuyor... Çevresinde yaklaşık 6 - 7 kişi var. Hepsi de gencecik tıp öğrencileri... Hepsi de ses telleri alınmış gibi sessiz, anestezi uygulanmış gibi tepkisiz...

Sahi, biz neden bu hekimler gibi düşünemiyoruz?..

Sinan İzmir
17.02. 2007

Bu köşeye yazılarınızı göndermek için meralolcay@mynet.com